Bilim bize Allah'ın sanatını gösterir. Darwinizm ilkel bir inanıştır

Oktar Babuna ve Cihat Gündoğdu'dan Darwinistlerin bakterilerin evrimi aldatmacalarına cevap

GÖREBİLDİĞİNİZ DÜNYADAN FARKLI BİR ALEM:MİKRODÜNYA


Evinizde tek başınıza oturuyorsunuz.



Yalnız olduğunuzu zannettiğiniz anlarda aslında yalnız değilsiniz. Çevrenizde sizinle birlikte yaşayan, bulunduğunuz ortamı ve bedeninizi sizinle paylaşan koskoca bir alem var.

Acaba gerçekten yalnız mısınız?

"Tek başımayım" dediğiniz bir anda bile aslında oldukça fazla sayıda canlı ile berabersiniz. Vücudunuzda sizinle birlikte yaşayan ve sizi sürekli olarak koruyan kimi zaman da hastalanmanıza neden olan bakteriler, oturduğunuz koltuktan halınıza, soluduğunuz havaya kadar her yere yayılmış durumdaki akarlar, mutfağınızda birkaç gündür dışarıda beklettiğiniz yiyeceklerde üremeye başlayan küf ve mantarlar… Bunların hepsi kendi yaşam şekilleri, beslenme sistemleri ve çeşitli özellikleri ile apayrı bir alem oluştururlar.
Belki de şimdiye kadar etrafınızdaki insan-hayvan-bitki üçlüsünün canlılığı oluşturan yegane topluluklar olduğunu düşünüyordunuz. Ancak yeryüzünün her yanına yayılmış olan bu gizli dünyanın üyeleri, mikroorganizmalar, diğer canlılardan çok daha geniş bir popülasyona sahiptirler. Bir sayı vermek gerekirse bu minik canlılar, yeryüzündeki hayvanların 20 katı kadardırlar.( Guy Murchie, The Seven Mysteries of Life, Houghton Mifflin Company, Boston, 1978, sf. 85) Yeryüzünün her yanına yayıldıkları gibi, insan yaşamı için de vazgeçilmez bir öneme sahiptirler.

Bu geniş mikroorganizmalar topluluğunu neler oluşturur?

Bizim bu sitede inceleyeceğimiz canlılar bakteriler, virüsler, mantarlar, su yosunları ve akarlardır. Bu canlıların isimleri sizin için kuşkusuz tanıdıktır ama sizinle ne kadar içiçe olduklarını çoğu zaman detayları ile bilmezsiniz. Örneğin dünya üzerinde yaşamın oluşumunu sağlayan temel öğelerden bir tanesi olan azot döngüsü, bakteriler tarafından sağlanır. Bitkilerin topraktaki mineralleri alabilmelerini sağlayan en önemli unsur ise kök mantarlarıdır. Salata veya et gibi nitrat içeren besinlerden zehirlenmenizi, dilinizde bulunan bakteriler önlerler. Aynı zamanda bakteriler ve algler (su yosunları), dünyada canlılığın varolmasının temel unsuru olan fotosentez yapabilme yeteneğine sahiptirler ve bu görevi bitkilerle paylaşırlar. Bazı akar türleri organik maddeleri parçalayarak besinleri bitkilerin kullanabileceği hale dönüştürebilirler. Kısacası, bu mikro canlılar yeryüzündeki yaşam dengesinin önemli bir unsurudur. Bu canlıların bir kısmı aynı zamanda hastalıkların da ortaya çıkış sebebidir. Vücudumuzdaki bağışıklık ve savunma sistemi bu canlılarla savaşmak için vardır. Kimi tıbbın henüz keşfedemediği yöntemler geliştirip büyük bir hızla vücudumuzda yayılırken, kimisi de insanın yaşamına bir anda ya da yavaş yavaş son verebilir. Bazıları başka bir canlıdan faydalanmak karşılığında ona fayda sağlayabilir, yani simbiyotik bir yaşam (ortak-yaşam) sürebilir. Bazıları ise biraraya gelir, karar verir, plan yapar, organize olur ve son derece hassas işlemler gerçekleştirebilir. Bütün bunları yapanlar; gözle görülür hiçbir varlık belirtisi göstermeyen ve genellikle tek bir hücreden ibaret olan mikro canlılardır.



0,5 hektarlık bir çiftlik toprağında, yaklaşık olarak birkaç ton bakteri ve 1 ton mantar, 100 kg tek hücreli protozoan hayvanı, yaklaşık 50 kg maya ve aynı miktarda alg (su yosunu) bulunmaktadır. Bu varlıkların her biri yaşadıkları topraklara oldukça büyük faydalar sağlarlar.

Bu mikro canlıların çevremize nasıl bir hızla yayıldıklarını bilmek bir insanı hayrete düşürmeye yeterlidir. Bunu anlamak için şöyle bir örnek verilebilir: Yapılan bir araştırmaya göre bir çiftlik toprağının 0,5 hektarlık bir alanında yaklaşık olarak birkaç ton canlı bakteri, yaklaşık 1 ton mantar, 100 kg. tek hücreli protozoan hayvanı, yaklaşık 50 kg. maya ve aynı miktarda alg (suyosunu) olduğu hesaplanmıştır.( http://www.icr.org /pubs/imp/imp-144.htm)
Bu canlıların özelliklerini bilmek ve bu alemin içine girmek aslında son derece önemlidir. İnsanların bir kısmı gözle görülmeyen bu canlıların son derece basit varlıklar olduklarını zannetmektedir. Bu nedenle de bunların yetenek ve güçlerinin farkında bile değildirler.Tamamen bir aldatmacaya dayalı olan evrim teorisinin takipçileri de insanların bu bilgi eksikliklerinden faydalanır ve bu canlıların kompleks özelliklerini pek fazla dile getirmezler. Kimi zaman bakterilerin gerçekleştirdiği son derece akılcı bir işi görmezden gelir, bir virüsün insan bedenini şuurlu istilasını açıklamaya bile ihtiyaç duymazlar.
Bu sitede, mikro dünyadaki canlıların Allah'ın yaratmasındaki üstün akıl, sanat ve kudreti nasıl yansıttığını, canlıları şuursuz tesadüflerle açıklamaya çalışan evrim taraftarlarını ise nasıl büyük bir çıkmaza düşürdüğünü çarpıcı örnekleriyle birlikte inceleyeceğiz.

24 Nisan 2010 Cumartesi

MİKRO CANLILAR İLE MEYDANA GELEN EVRİM ÇIKMAZI



Uçsuz bucaksız uzay, gezegenler, güneşler, yıldızlar, tüm makro alem Allah'ın varlığını görüp takdir edebilmemiz için yaratılmıştır.

Uçsuz bucaksız evreni düşünün! Binlerce kilometrelik gezegenleri, milyonlarca derecelik sıcaklıkları ile güneşleri, trilyonlarca yıldız barındıran galaksileri, milyarlarca galaksi barındıran uzayı, yörüngeleri, uyduları, manyetik alanları ve olağanüstü çekim kuvvetlerini… Bütün bunların varoluş nedeni ne olabilir? Cevap açıktır. Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü takdir edebilmemiz için.
Bu mükemmel yaratılışın sınırları o kadar geniştir ki, tek bir atomun varlığı bile bir insanın Allah'ın yaratmasını görmesi için yeterli iken, Allah detay üzerine detay, mükemmellik üzerine mükemmellik, kusursuzluk üzerine kusursuzluk yaratmıştır. Allah, olağanüstü hassas dengelerle, ince detaylarla, kusursuz sistemlerle sınırlarını keşfedemeyeceğimiz kadar büyük bir makro alem meydana getirirken, ancak teknolojik mikroskoplar altında varlığından haberimizin olduğu, ama buna rağmen aynı hassas dengelere, kompleks detaylara ve kusursuz sistemlere sahip bir mikro alem de yaratmıştır. İşte bu Allah'ın, sanatını devasa uzayın derinliklerinde de, tek bir hücrenin içinde de sergilediğinin benzersiz bir kanıtıdır. Allah kuşkusuz ki yerde ve gökte bulunan herşeyin hakimidir. Allah Kuran'da şöyle buyurmuştur:
O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)
Bu üstün sanat, evrim teorisi için aşılması imkansız engeller meydana getirir. Var olan her farklı alemin sayısız kompleks detayı vardır. Tesadüflerin bir yaratıcı güç olduğunu iddia eden böyle bir teori için, bu detayların herhangi birini bile açıklayabilmek mümkün değildir. Sitenin konusunu oluşturan mikroorganizmalar ise, başta da belirtmiş olduğumuz gibi, evrim teorisi açısından çok daha farklı ve büyük bir öneme sahiptirler. Evrime göre yeryüzünde oluşan ve zamanla evrimleşen ilk canlı (!) bir mikroorganizmadır. Hayali evrim, hayvanları ve bitkileri çeşitli sınıflara ayırmıştır. Her sınıfın bir diğer sınıftan evrimleştiği iddia edilir. Şu an karşımızda duran olağanüstü çeşitlilikteki canlı alemi ise, yine bu teoriye göre bu hayali ağacın son dallarıdır. Tek hücreli bir mikroorganizma ise tüm bu sınıfların ortak atasıdır. Şimdi bu mikroorganizmayı bu ağaçtan çıkaralım! Geriye ne hayvan, ne bitki, ne insan, ne tür, ne çeşit kısaca hiçbir şey kalmayacaktır. Geriye evrim de kalmayacaktır. Nitekim, site boyunca genel olarak anlattığımız tüm özellikler ve bunun gibi daha yüzlerce özellik, mikroorganizmaların bir tesadüf eseri oluşamayacaklarını çok çeşitli şekillerde kanıtlamaktadır. Bu durumda evrimi başlatan "ilk canlı" kendi kendine meydana gelemez. Evrimi başlatan bir "ilk canlı" olmadığına göre de, evrim diye bir şey yoktur.
Milyonlarca yıldır bizlerle birlikte var olmalarına, yeryüzündeki yaşamı doğrudan etkilemelerine rağmen varlıklarını yalnızca bir yüzyıl önce fark edebildiğimiz bu canlılar, birkaç organele sahip bir veya birkaç hücreden meydana gelmişlerdir ve açıkça şuur sergilerler. Bir uzman gibi taktik geliştirebilir, bir kimyacı gibi formül kullanır, bir laboratuvar gibi çalışabilir ve tıpkı bir insan gibi düşünebilirler. Aslında bu benzetmeler de yeterli değildir. İnsan hata yapabilir, unutabilir, ama bu canlıların hata yapma ihtimali yok denecek kadar azdır. Ayrıca bir laboratuvardan daha üstün yeteneklidirler. Bu mikroorganizmaların gerçekleştirdiği işlemlerin pek çoğu henüz laboratuvarlarda gerçekleştirilememiştir.
İşte evrimcilerin ısrarla basit canlı kategorisine dahil etmek istediği canlılar bunlardır. Darwin ve onu izleyen Darwinistler, uzun yıllar onları bu şekilde sınıflandırmışlardı. Ancak 1940'lı yıllarda aniden mikroorganizmaların da bir genetik yapılarının olduğunu öğrendiler. 1944 yılında bakteriden başlamak üzere tüm canlıların DNA'ya sahip olduğunu gördüler. Genetik bilimi, evrimciler için hiç hesapta olmayan, hiç beklemedikleri yeni bir dünyanın kapılarını açtı. Açıklamakta başarısız oldukları canlılar alemine bir yenisi eklenmişti. Hem de çok daha kapsamlı olarak!


Zamanla yapılan araştırmalar, mikro canlıların bir kısmının Dünya'nın oksijeninin %70'ini sağladığını, bir diğer bölümünün organik molekülleri ayrıştırdıklarını, bir kısmının azot döngüsünü gerçekleştirdiklerini ortaya çıkardı. Bu durum, evrimciler için gerçek anlamda bir şoktu.
Zamanla yapılan araştırmalar bu canlıların bir kısmının Dünya'nın oksijeninin %70'ini sağladığını, bir diğer bölümünün organik molekülleri ayrıştırdıklarını, bir kısmının azot döngüsünü gerçekleştirdiklerini, büyük bir bölümünün Dünya'yı temizlediklerini ve bunlar gibi daha pek çok hayati mekanizmaların birinci dereceden içinde olduklarını gösterdi. Başka bir deyişle Darwin'in "basit" dediği bu canlılar olmadan hayat olmuyordu.
Darwinistler, çözümü genetik bilimi ile ortaya çıkan bu gerçeklere hiç değinmemekte buldular. Gerçekten de hangi evrimci eseri incelerseniz inceleyin, mikroorganizmaların özelliklerinden oldukça kısa bahsedildiğini, hatta kimi zaman hiç bahsedilmediğini görürsünüz. Bunları dile getiren birkaç evrimci de evrimin, bütün bu gerçekler karşısında büyük bir açmazda olduğunu itiraf etmeden geçememiştir:
Eşi olmayan dizilim 102,000,000 alternatiften yalnızca bir seçenektir. İlk yaşamın kaynağının eşsiz bir olay olduğu ve olasılık ile tartışılamayacağı sonucunu kabul etmek zorunda kalıyoruz.( W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Regency,USA,1991, sf. 303)
Bir başka örnek ise şöyledir:Virüs seviyesinin üzerinde yaşayan en basit birim inanılmayacak derecede komplekstir. Sanki amip basit bir başlangıç işlemine sahipmiş gibi, amipten insana evrim sık sık konuşuluyor. Tam bunun tersine, eğer hayatın basit moleküler bir sistemden geliştiği doğru ise, bu durumdan amip durumuna kadar gelen sistem, en azından amip-insan arasındaki kadar büyüktür.( W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Regency,USA,1991, sf. 298)
Darwinistler, son derece kompleks bir yapıya sahip olduğunu itiraf ettikleri bu canlıları yine de Allah'ın yarattığı birer mucize ve sanat eseri olarak görmez, kendileri de inanmadıkları halde tesadüfen imkansızın gerçekleştiğini iddia ederler. Evrim bir ideolojidir. Allah'ın varlığına inanmak yerine imkansızı kabul etmek, olmayacak şeylere insanları inandırmak amacı üzerine kuruludur. Ortada deneysel kanıtlar veya bilimsel sonuçlar yoktur. Phillip E. Johnson'un belirttiği gibi; "Bakteriden kompleks bitkilerin ve hayvanların oluştuğunu iddia etmek deneysel bir doktrinden çok felsefik bir doktrindir." ( http://id-www.ucsb.edu/fscf/LIBRARY/JOHNSON/AAUP.html - What (if Anything) Hath God Wrought? Academic Freedom and the Religious, Proffessor by Phillip E. Johnson) Bu gerçeği daha yakından görebilmek için evrimci iddialarla mikroorganizmaların yapısı arasındaki çelişkileri kısaca inceleyelim.
Mikroorganizmalar Evrimi Yalanlıyor
Evrimci iddialar, ilk bakterinin edindiği ilk özelliğin, kendi besinini üretmek olduğunu öne sürerler. Buna da fotosentez derler. Halbuki fotosentezin günümüzde anlaşılan kısmında bile gerçekleştirilen işlemlerin tümü kimyasal işlemlerdir ve son derece karmaşıktır. Böyle bir işlemi gerçekleştirebilmek için sizin bu işlemi yapacak bir sistemi önce meydana getirmeniz, daha sonra onu hücrenin içindeki küçük bir organele sığdırmanız gerekmektedir. Oysa böyle bir laboratuvarı oluşturmanız mümkün değildir. Bu durumda böyle üstün bir laboratuvarın tesadüfen meydana geldiğini ve milyonlarca sene boyunca tesadüfen bu mükemmel hali ile bu canlıların tümünde var olduklarını iddia etmek kuşkusuz son derece mantık dışı olacaktır.

Üç milyar yıldan daha uzun bir geçmişi olduğu anlaşılan algler, fotosentez gibi olağanüstü bir işlemi gerçekleştirmektedirler. Tek hücreli bir canlının böyle bir mekanizmaya sahip olması evrim teorisini bütünüyle geçersiz kılar.
Alman evrimci biyolog Hoimar Von Ditfurth, fotosentezin en önemli kaynağı olan ve bu nedenle evrimciler açısından da oldukça büyük öneme sahip alglerin sahip olduğu kompleksliği şu şekilde belirtmektedir:

Bugüne kadar bulunabilmiş en eski fosiller, çekirdeksiz algler türünden mineraller içindeki fosilleşmiş cisimlerdir ve bunların üç milyar yıldan daha uzun bir geçmişleri vardır. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, bunlar bile oldukça karmaşık ve ustaca organize edilmiş yaşam biçimlerini temsil etmektedirler. (Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi I, Alan Yayıncılık, Kasım 1996, İstanbul, Çev: Veysel Atayman, sf.199)
Söz konusu canlıların evrim için hangi yönlerden birer açmaz teşkil ettiklerini kısa hatırlatmalarla bir kez daha gözden geçirmekte fayda vardır: Mikro canlılar konusunda Darwinistleri çaresiz bırakan konulardan bir tanesi de bu canlıların günümüzde, milyonlarca senelik halleri ile aynı şekilde bulunmalarıdır. Oysa hayali evrim sürecine göre olması gereken; bu canlıların zamanla değişerek bugünkü kapsamlı canlılığı ortaya çıkarması ve "basit" hallerinin yok olup gitmesidir. Oysa durum böyle değildir. Geçmişten gelen fosiller, hatta geçmişten kalan canlı sporlar evrimin hiç gerçekleşmediğinin çok önemli birer kanıtıdırlar. 400 milyon yıl öncesinden gelen akar fosilleri günümüzdeki akarlardan farklı değildir. 25 milyon yıllık bakteri sporları oldukları gibi muhafaza olmuşlardır ve günümüzdeki bakterilerle birlikte çoğalmaya devam etmişlerdir. Bugün bulunan alg fosilleri, yaklaşık 3 milyar yıl önceki fosillerle aynıdır. Bu "aynılık" evrim teorisini savunanları tedirgin eder, çünkü geçen milyarlarca seneye rağmen evrim geçirmemiş bir canlının varlığını açıklamak zorunda kalırlar. Üstelik bu canlı, milyarlarca yıl önce sahip olduğu kompleksliği aynı şeklide muhafaza etmektedir. Elbette diğer her konuda olduğu gibi bu konuda da açıklamasızdırlar.
Tek veya birkaç hücreden oluşmalarına rağmen bu mikroorganizmalarda, canlının yaşaması için gerekli olan sistemlerin tümü bulunmalıdır. Unutulmamalıdır ki, bu yapıların tümü son derece can alıcı bir öneme sahiptir. Bunlardan bir tanesini devreden çıkarırsanız, organizmanın yaşaması mümkün değildir. Dolayısıyla sadece birkaç organele sahip olmasına rağmen bir bakteri, bütün parçaları ile birlikte var olmak zorundadır. Yani geçmişten geleceğe doğru aşama aşama gelişmiş olması mümkün değildir. Zaten fotosentez veya azot döngüsünü gerçekleştiren nitrifikasyon gibi son derece kompleks kimyasal işlemler, böyle aşamalı bir geçişin gerçekleşemeyeceğine en önemli kanıttırlar. Tek bir hücrenin içinde bu kimyasal işlemleri gerçekleştirecek mekanizmaların zaman içinde gelişmiş olması mümkün değildir. Bir bakteri bütün bu özellikleri ile beraber bir anda meydana gelmelidir. Onu meydana getiren proteinlerden bir tanesi bile eksik olsa yaşaması mümkün değildir. Böylesine bir anda gelişim ise Darwin'in evrim teorisine tümüyle ters düşmektedir.


Tek hücreli canlılar (prokaryot hücreler) çok hücreli, yani ökaryotik hücrelerden oldukça büyük farklılık gösterirler. Ökaryot hücreler de birbirleri içinde son derece farklıdırlar. Birbirinden farklı bu hücre tiplerine sahip canlıların birbirine dönüşümü kuşkusuz ki imkansızdır.
Darwinistlere göre evrim mikroorganizmalarla başlamış ve suda yaşayan tek hücreli algler değişim geçirerek ve daha sonra da karaya çıkarak kara bitkilerini oluşturmuşlardır. Öncelikle prokaryot hücre özelliklerine sahip bir canlının, yani bir algin, birdenbire değişerek ökaryot hücre özelliklerine sahip olması yani bir bitki haline dönüşmesi imkansızdır. İki hücre tipi birbirlerine dönüşemeyecek kadar farklı yapıdadırlar. İkinci olarak bir canlı suda yaşayabilmek için son derece özel bir metabolizmaya ve çeşitli sistemlere sahiptir. Karada yaşayabilmek için tüm metabolizmasının tümüyle değişmesi yani, kara ortamına uyumlu olması gerekmektedir. Bu ise, söz konusu tek hücreli bir alg bile olsa, imkansızdır.
Evrim teorisi alglerin sudan karaya geçişlerine delil olarak kara alglerinin varlığını gösterir. Oysa bu bir delil değil, yalnızca bir yanıltmacadır. Kara algleri ile su algleri, aynı türden canlılar olmalarına rağmen, birbirlerinden tamamen farklı özellikler taşımaktadırlar. Karada yaşayan algler, tamamen kara yaşamına uygun bir metabolizmaya sahiptirler. Aynı şekilde su algleri de ancak suyun içinde yaşamlarını devam ettirebilirler. Daha önce belirttiğimiz gibi, bu canlıların metabolizma değiştirerek karaya uygun hale gelmeleri imkansızdır. Bu canlılar, yeryüzündeki iki farklı çeşit canlıdan başka bir şey değildirler.
Evrim teorisi, bu mikroskobik canlıların birbirleri ile olan fedakarlığa dayalı ilişkilerini de hiçbir şekilde açıklayamamaktadır. Kimi zaman iki tarafın da faydalanmasını sağlayan bu ilişki, kimi zaman bir tarafın gönüllü olarak çaba göstermesi ve bundan diğer tarafın faydalanması temeline dayalıdır. Bu ortaklıkta, iki canlının birbirleri ile rekabet etmeden dostane bir birliktelik içinde olmaları, dahası birbirlerinin yaşamı için fedakarlık göstermeleri evrimin "hayatta kalabilmek için rekabet" mekanizmasını tümüyle geçersiz kılmaktadır.
Yapıları, özellikleri ve fosil kayıtları gibi nedenlerle mikro dünya konusunda büyük bir açmazda olan Darwinistleri zor durumda bırakan sorulardan bir tanesi de bu canlıların Dünya üzerindeki yaşam için "neden" bu kadar üstün bir gayret içinde olduklarıdır. Bir bakteri neden Dünya'ya oksijen sağlamaya karar vermekte, bir akar neden Dünya'yı temizleme ihtiyacı duymakta, bir alg neden canlıların içine yerleşerek onlara besin sağlamaktadır? Ya da bunun tam tersi, bakteriden bile küçük boyutlardaki bir virüs neden canlı hücrelerini işgal ederek savaş açmakta ve kendisinden milyarlarca kat büyük bir canlıyı hasta edebilmekte, hatta onu öldürebilmektedir? Ya da bazı işlemler için neden mutlaka mikro canlılar gerekmektedir, neden bunlar daha basit şartlara veya daha kolay sebeplere bağımlı değildirler? Örneğin K vitaminini neden besinlerden doğrudan alamayız, bu ihtiyacımızı bize neden bakteriler sağlar? Ya da bitkiler atmosferde %80 oranında bulunan ve temel ihtiyaçları olan nitrojeni neden doğrudan atmosferden değil de, topraktaki mikroorganizmalar yardımı ile alırlar? Eğer bir evrim gerçekleştiyse, havadaki nitrojenin toprak altındaki bakteriler tarafından nitrat ve amonyuma çevrilmesi ve bu şekilde bitkiye verilmesi bu hayali evrim için çok daha zor bir yol değil midir? Üstelik evrim için buradaki işlemlerde saydığımız her aşama açıklamasızdır. Cevabı evrimciler tarafından asla verilemeyecek olan bütün bu sorulardan, evrim gibi bir sürecin hiçbir şekilde yaşanmadığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder